Türkiye’de Kaç Yalı Var?
Herkesin hayalini kurduğu o yer, var ya, denize sıfır bir yaşam, devasa odalar, altın varaklarla süslü duvarlar, uzun merdivenler… Herkesin gözünde bir yalı vardır. Şimdi ben Kayseri’de yaşıyorum, belki de o deniz kokusunu, o tuhaf huzuru hiç hissetmedim. Ama her zaman hayalini kurdum. Yalı deyince aklıma gelen tek şey, o büyük ve gösterişli yapılar değil; içindeki o yalnızlık, belki de aradığım her şeyin eksikliği.
Bir gün, İstanbul’a gittiğimde gözlerimle gördüm yalıları. Sadece baktım, baktım ve düşündüm: Türkiye’de kaç yalı var? Bu soruyu o kadar çok sordum ki, sanki cevabı bulmaya çalışıyordum ama aslında sormak, sadece merak etmek değil, aynı zamanda bir tür arayışımdı. Benim için yalılar, sadece gösterişli binalar değildi; onlar, toplumun ne kadar sınıflara ayrıldığının bir simgesiydi. Ama o gün, bu soruyu sadece bir sayıyı öğrenmek için değil, bir duygu olarak da sormaya başladım.
Yalılara Bakarken: İçimde Bir Hüzün
Birkaç yıl önce İstanbul’a bir iş gezisi için gitmiştim. Şehrin o büyüklüğü, kalabalığı ve karmaşası beni her zaman korkutmuştu. Ama bir gün, Boğaz’a karşı yürüyordum, denizin tuzlu kokusu burnumdaydı, rüzgar yüzüme vuruyordu ve o an, yalıları gördüm. Gözlerim öylesine büyük ve etkileyici, ihtişamlı binalara kaydı ki, adeta büyülenmiştim. Bu binalar birer zaman makinesi gibi bana geçmişin gürültüsüz dünyasına açılıyordu. Ama o kadar güzel, o kadar soğuk ve yabancıydılar ki… İçimde bir şey kırıldı.
Yalıların içindeki o sıcaklık, beni hep korkutmuştu. Bir yalıda yaşamayı hayal etmek bile, bir yandan bana bir yabancılık gibi gelirdi. O yapılar, her zaman toplumun ulaşamayacağı kadar yüksek bir yerlerdeymiş gibi hissedilirdi. “Türkiye’de kaç yalı var?” diye sordum. Hangi yalıda, hangi hayat var? Bir yalıda doğmak, bir yalıda yaşamak, bir yalıda ölmek… Bu düşünceler içinde kaybolurken, bir yalıya sahip olmanın da bir tür yalnızlık, bir tür eksiklik hissi taşıdığını fark ettim.
Yalıların Sessizliği
İstanbul’da bir kafede otururken, dışarıdaki manzarayı izlemeye başladım. Boğaz, gün batımının o yumuşak ışığıyla renklenmişti. Yalıların pencerelerinin gerisinde, bir hayatın sessizce yaşandığını hayal ettim. İçimde, onlara dokunmak, o dünyaya bir şekilde girmek isteyen bir arzuyu hissettim. Ama o hayat, bana uzaktı. İçimden bir ses, “Gerçekten var mı o hayat? O hayatın içinde ben de var mıyım?” diye sordu. Belki de o kadar yüksek, o kadar uzağım ki, asla bu dünyaya ait olamayacakmışım gibi hissediyorum. O büyük taş duvarlar, ihtişamlı çatıların ardında kimlerin olduğunu ve nasıl bir hayat sürdüklerini merak ettim.
Yalılar, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir engel gibiydi. Onlar bana hep uzak ve donuk geldi. Gözlerimle bakarken, o güzellikler beni çekiyor, ama içine girmeye cesaret edemiyordum. O sırada içimde bir boşluk oluştu. “Bir yalıda yaşamayı gerçekten istiyor muyum?” diye sordum kendime. Belki de cevabım “hayır”dı. O gösterişli hayatın içinde kaybolmuş insanlar görmek, bana sadece bir şeyi hatırlatıyordu: İnsan, her şeyin en güzelini istese de, aradığı huzur aslında basit şeylerde bulunur.
Şimdi Türkiye’de Kaç Yalı Var?
Belki de sorunun cevabını hiç bulamam. Türkiye’de yalı sayısını öğrenmek, bir şeyi değiştirmeyecek gibi geliyor. Yalıların sayısı 600’den fazla diyorlar. Ama sayılar, benim için hiç önemli olmadı. Asıl önemli olan, her yalıda ne tür yaşamların olduğunu öğrenmekti. Türkiye’de yalılar sadece gösterişli yapılar değil, toplumun farklı katmanlarını simgeliyor. Herkesin hayalini kurduğu o yaşam, belki de kendi içimizdeki boşluğun bir yansıması. Benim için, yalılar sadece birer taş yığınından ibaret değil; onlar, insanların arayışlarını, beklentilerini, yalnızlıklarını simgeliyor.
Bir gün, belki o yalıların birine adım atacağım ve belki de orada huzuru bulacağım. Ama o gün gelene kadar, “Türkiye’de kaç yalı var?” sorusu, hayatımda hep bir bilinmeyen olarak kalacak. Çünkü bazen aradığın şey, dışarıda değil, içinde.